Eman Eman Nedir? Güç, İktidar ve Toplumsal Düzen Üzerine Bir Siyaset Bilimi Okuması
Bir siyaset bilimci olarak, toplumun nabzını tutarken sık sık aynı yankıyı duyarım: “Eman eman…” Bu ifade, sadece bir kelime oyunu değil; aynı zamanda siyasal ve toplumsal bilinçaltının derinlerinden gelen bir çığlıktır. Peki, “eman eman” nedir? Bir teslimiyet midir, yoksa bir direnç biçimi mi? İktidarın gölgesinde biçimlenen bireyin iç sesi mi, yoksa düzenin dayattığı sessiz kabulleniş mi?
İktidarın Gölgesinde: “Eman Eman” Bir Teslimiyet Çığlığı mı?
Modern siyaset teorisinde iktidar, yalnızca yönetenle yönetilen arasındaki ilişki değildir; aynı zamanda rızanın, korkunun ve bağımlılığın iç içe geçtiği bir ağdır. Eman eman, bu bağlamda bir güç ilişkisi metaforudur. Devletin, kurumların ve ideolojilerin bireyi sarmaladığı bir yapıda, bireyin söyleyebileceği son söz bazen sadece “eman eman” olur — bir nevi “ben varım ama gücün içindeyim” demektir.
İktidar, Michel Foucault’nun tanımıyla, sadece baskı kuran değil aynı zamanda bireyi biçimlendiren bir mekanizmadır. Eman eman da tam burada devreye girer: birey, baskının farkındadır ama düzenin dışına çıkamayacağını bilir. Bu, teslimiyetin ötesinde bir bilinç halidir. Siyaset biliminin diliyle söylersek: “itaat içinde farkındalık.”
Kurumlar ve İdeoloji: Sessizliğin Meşrulaştırılması
Kurumlar — aile, eğitim, din, devlet — bireyi biçimlendirirken aynı zamanda ona bir çerçeve çizer. Eman eman bu çerçevenin içinde şekillenen sessiz bir ideolojik sonuçtur. Vatandaş, düzenin çarkları arasında öğütülürken, kurumsal otoritenin ürettiği dilin bir parçası haline gelir. “Eman eman” derken aslında “benim iradem bu sistemde sınırlı” demektedir.
Peki, bu sınırlılık, demokrasiyle bağdaştırılabilir mi? Bir yurttaş, kendini ifade etme hakkına sahipken neden “eman eman” demek zorunda kalır? Belki de demokrasinin yapısal sınırları, bireyin özgürlük arayışında sessizliği zorunlu kılar. Siyaset, bazen tam da bu sessizliğin içinden yeniden doğar.
Erkek ve Kadın Bakış Açıları: Güç ile Katılım Arasında
Siyasal analizde cinsiyet perspektifini göz ardı etmek, toplumsal gerçekliğin yarısını görmemektir. Erkekler genellikle gücü stratejik, hiyerarşik ve kontrol edici bir mekanizma olarak algılar. Onlar için “eman eman”, “yıkılamayan sistemin karşısında stratejik bir geri çekilme”dir. Yani, siyasal bilgelikle yapılan bir güç hamlesidir.
Kadınlar açısından ise bu ifade, daha çok demokratik katılım ve duygusal farkındalık üzerinden okunur. Kadınlar, toplumsal etkileşimde daha kapsayıcı, daha empatik bir siyaset dili üretir. Onların “eman eman”ı, çatışmadan ziyade diyaloğun bir çağrısıdır. Belki de bu yüzden kadınların siyasal varlığı, otoritenin dilini dönüştürme potansiyelini taşır.
Toplumsal Düzen ve Vatandaşlık: Sessizlik mi, Strateji mi?
Bir vatandaş olarak “eman eman” dediğimizde aslında ne yapıyoruz? Sistemin içindeki yerimizi kabulleniyor muyuz, yoksa sistemin açıklarını görüp stratejik bir bekleyiş mi sergiliyoruz? Bu soru, modern yurttaşlığın kalbine saplanan bir sorudur. Çünkü itaat ile direniş arasındaki çizgi, bazen sadece bir kelime kadar incedir.
Vatandaşlık, sadece oy kullanmak veya hak talep etmek değildir; aynı zamanda sembolik direniş biçimlerini anlamaktır. “Eman eman” gibi ifadeler, toplumun ruh halini yansıtır. Bu, siyasetin mikro düzeyde, gündelik yaşamda nasıl işlediğinin de göstergesidir.
Sonuç: “Eman Eman” Bir Çöküş mü, Yoksa Yeni Bir Başlangıç mı?
“Eman eman” kelimesi, yüzeyde bir teslimiyet gibi görünse de derininde büyük bir sorgulama taşır. Güç ilişkilerinin sert zemininde, bireyin kırılgan ama bilinçli bir duruşudur. İktidarın diline karşı sessiz bir protesto, ideolojinin duvarlarına karşı bir yankıdır.
Bugün siyaset bilimi, bu tür kavramları yalnızca dilsel değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal direniş biçimleri olarak da incelemektedir. Belki de şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: “Eman eman” diyen birey gerçekten teslim mi oluyor, yoksa kendi özgürlüğünün sınırlarını mı çiziyor?
Bu sorunun cevabı, sadece siyaset biliminin değil, toplumsal vicdanın da sınavıdır.